Yalan Söyleyen Tarih Utansın

 Yalan Söyleyen Tarih Utansın

Türkiye üzerine oynanan oyunlar.

Türkiye rezerv ülke mi?

Çanakkale geçildi mi?

Ödüllü Bir tarihçi (Alman) Türkiye uzmanı Klaus Gunter'den çarpıcı değerlendirmeler.

Alıntı 

“"TÜRKİYE'Yİ BÖYLE BİLMİYORDUK."

“ALMAN UZMAN, İÇİMİZDEKİ İSRAİL'E ÇOK BÜYÜK BİR DARBE VURDU.”

Söz dönüp dolaşıp Atatürk'e ve İngiliz istihbaratına kadar uzandı.

Alman haber kanalının tecrübesiz ve aşırı öz güvenli kadın muhabiri, İTÜ'de gizli gizli cami yapılması haberini Türkiye'den bir canlı yayın yaparak, Türkiye uzmanı bir Alman ile değerlendirmek ve ülkesindeki vatandaşlarını bilgilendirmek istedi. Lakin Alman uzman Klaus Günter, "Türkiye'de devam eden yasakçı anlayışın temeline inmek ve bu gün neler yaşandığını geçmişten bu güne doğru değerlendirmek lazım." diyerek kısa süre içinde sözü öyle yerlere götürdü ki, Almanlar da Türkler de şaşkına döndü.

Şimdi Almanlar, diğer Avrupa toplumları ve yaşananlardan haberdar olan özellikle gurbetçi Türkler şoktalar.

ALMAN HABER KANALINDA TÜRKİYE HAKKINDA EZBER BOZUCU BİLGİLER VERİLDİ.

(Haberi özet olarak ve Türkçe tercüme ile aktarıyoruz. - Çevirmen B. Y.)

Türkiye'de çok enteresan şeyler yaşanıyor sayın seyirciler!

Resmen yüzde 98'i Müslüman olan ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde, Müslümanların ibadethanesi olarak bir cami yapmak isteyenler, nedendir bilinmez, bunu gizli gizli yapmak çabası içine girmişler ve şu anda bu olay Türkiye medyasının gündeminde olan konulardan bir tanesi...

Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan şeyi, izleyicimiz olan siz Alman toplumuna Türkiye’den aktarmak istiyoruz ki Türkiye basını ve medyası, bu yaşanan olayda neden vatandaşların camiyi gizli gizli yapmak gayreti içerisine girdiklerini sorgulamadı bile...

Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik", "adalet", "fikir ve vicdan özgürlüğü", "tarafsız habercilik" söylemlerini dile getiren haber kuruluşları bile "İTÜ'de gizlice cami temeli atıldı" şeklinde başlıklarla gelişmeleri izleyici ve okuyucularına adeta bir terör suçu işlenmiş ya da en azından bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış gibi bir tavır ile duyurdular. Türkiye’de gazetecilik ve habercilik adına sergilenen bu tavır karşısında biz şaşkına döndük.

Bizleri oldukça şaşırtan ve kafamızdaki Türkiye olgusu ile de çatışan bu olaydan sonra, konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türkiye uzmanı, tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter’e canlı yayın üzerinden bağlanıyoruz.

(Klaus Gunter, genç kadın muhabirin şaşkınca sorduğu sorular karşısında, özetle şu cümleleri kurdu – Çevirmen B. Y.)

"Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için biraz geçmişe bakmak lazım. Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim. Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları Türkiye'yi çok yanlış tanırlar. Gerçek Türkiye onların gördüğü gibi Müslüman bir Türkiye değildir. Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı nerede ise iki asır geçmiştir.

Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyet döneminde, ülkede halkın yaşam tarzı ve devletin uygulamaları gayri İslamidir. Son İslami idare Osmanlı zamanında mevcuttu. Osmanlı yıkıldıktan sonra Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. T.C. asla bir Türk ve İslam devleti olmadı. Evet, olmadı çünkü yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi. Zaten Osmanlı’nın son dönemi de bir Türk İslam idaresi olarak tanımlanamaz. Türklerin mecbur kalarak da olsa ilan ettiği Tanzimat Fermanı ki 1839 yılında ilan edilmiştir, İslam dininin ve Türk kültürünün en temel esaslarını bile resmen inkar etti. Uygulamadan kaldırdı. İyi kötü araştırmış herkes bilir ki bu dönemde de Osmanlı paşalarının ve devlet adamlarının bir çoğu İngiliz işbirlikçisi gizi Ermeni ve Yahudilerdi.

Osmanlının yıkılabilmiş olması, bir imkânsızın başarılabilmiş olması anında bile Avrupalıların ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurların akıllarında bunun sevincini yaşamaktan ziyade, 'Bir daha Osmanlı ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazım. Bunu nasıl sağlarız’ endişeleri vardı. Bu nedenle, yeni T.C.'nin rejimi tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden Sabetaycı gizli Yahudiler ve Türkiye masonluğu tarafından kuruldu. Bu sırada, Sabetaycıların Kapani kolunun kontrolünde olan Türkiye Masonluğunun da çok büyük emeği oldu. Mesela ‘en büyük Türk’ ve ‘Türklerin atası’ anlamına gelen bir soy adını, tuhaftır ki henüz hayatta iken, henüz yaşamakta iken alan Kamal paşanın kendisi de, eşi Latife hanım da, diğer akrabaları da Sabetaycı gizli Yahudilerdi. Bunu batılı gerçek aydınların hepsi bilir...

Yine o yıllarda ‘İstiklal savaşı kahramanı’ ve 'Büyük Türk Kurtarıcısı" konumunda gösterilen yüzlerce kişi de aslında Türk ve Müslüman değillerdi. Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi. Bununla birlikte hiç kimse Türkleri ve Müslüman unsurları aldatma ve gerçekte olduğundan başka bir kimlikte, gerçekte olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta görünme hakkına ve kaldı ki başka milletlerin ve devletlerin menfaatini gözetip taktik surette Türklere ihanet etme hakkına asla sahip değildi. Bir Katolik Hristiyan Alman olarak bunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum ki Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı bu yaptıklarında haklı değillerdi. Birkaç yıl evvel Türkiye'deki Ermeni patriği, Fatih Sultan Mehmet'in mezarını ziyareti sırasında basın mensuplarına "O olmasaydı, biz Ermeniler olmazdık" dedi. Bu açıdan bakınca belki de günümüz Ermenilerini suçlamamak da gerekir. Ya da, açık kimliği ile yaşayıp Türklere ihanet etmeyen azınlıkları, diğerlerine karıştırmamak gerekir.

O dönemde Türk ve Müslüman kimliğine bürünmüş gizli Ermeni ve Yahudiler, iktidarı ele geçirdikten sonra Türkleri nasıl yönlendirecekleri, yeniden dindar bir Osmanlının kurulmasının önüne nasıl geçebilecekleri konusunda da anlaşmazlık içinde oldular. Önce Türkleri Hristiyanlaştırmayı düşündüler. Kendi aralarında uzun uzun tartıştılar. Bunun uygulama esnasında başarısız olacağını öngörüp kısa sürede vazgeçtiler. Bu tartışmalar, pek çok saygın ismin hatıralarında yazılmış ve tarihe not düşülmüştür.

Ardından Türkleri evrimci yapmak istediler. İşte Kamal paşa "Hepimiz maymunlarız, hepimiz süfreler gibi sudan çıktık" şeklindeki sözünü o zaman söyledi. Lakin Türklerin evrimci zihniyete sahip bir topluluk yapılamayacağı da öngörülüp bunda da ısrar edilmedi.

Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde duruldu. Bu plan gereği “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum” şeklindeki sözlerini sarf etti Kamal Paşa…

Yine benzeri şekilde “Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız. CHP’yi ve memleketi din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz. Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” şeklindeki çok tartışılmış sözleri sarf ederek toplum üzerindeki etkisini ölçtü.

Takdir edersiniz ki 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış, siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış, yine kendisi gibi gizli Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki İstanbul basını tarafından 1915 yılından itibaren sürekli gerçek dışı haberler ile parlatılmış Kamal paşayı, basın gücüne aldanarak gerçek bir kurtarıcı zan eden Türk halkı bu sözleri duyunca adeta travma geçirdi. Hal böyle olunca, başka bir yöntem bulunmalı idi. Halkın bu şaşkınlığı ve tepkisi çok iyi ölçüldü. Israr edilmedi.

Bundan sonra ise akla laiklik geldi. Laiklik söylemleri Türklere yabancı idi ama bu bahane ile Türklerin İslam’dan ve bin yıllık kültüründen uzaklaştırılabileceği hususunda bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluştuğunu söyleyebilirim.

İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizi Ermeni azınlık, İngiliz desteğini de arkasına alarak, laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki, Avrupa toplumları bunları duysa inanamaz. Tabii burada din derken kastım İslam dini. Yoksa Hristiyan ve Yahudilerin haklarına hiç kimse karışmadı. Düşünebiliyor musunuz bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler Müslümanların kutsal kabul ettikleri Cuma gününü iş günü yapıp, Hristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan Cumartesiyi ve Pazarı tatil yaptılar.

Kılık kıyafetten, alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar her şeye devlet gücü ile müdahale edildi. Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip din, tamamen devletin daha doğru ifade ile Kamalist rejimin kontrolü altına alındı. Bunu Türkler de Avrupa toplumları da bilmez ama iş öyle bir raddeye geldi ki ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri, bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve milli-manevi değerleri diri tutacak diye tahrip edildi. Yaklaşık 64 bin ünlü kişinin mezarları açılıp kemikleri devlet tarafından çalındı. Bu gün içlerinde Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu 64 bin kıymetli insanın kemiklerinin akıbeti bilinmiyor. Her hususta olduğu gibi bu hususta da taktik bir hareket tarzı sergilendi. Elbette ki dünya tarihinde eşi görülmemiş böylesine bir kafatasçılığa, ırk ve din düşmanlığına, böylesine bir hukuksuzluğa “Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek’ gibi komik bir mazeret buldular.

Kafa taslarını mezura ile ölçüp sözde Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı. Üstelik ölçtükten sonra da yerine koymuyorlardı. İslam düşmanlığı, geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı. Bu işle Kamal paşanın manevi kızlarından biri hususi olarak ilgileniyordu. İngilizlerin meşhur ve muteber tarihçisi Arnold Toynbe’nin de sık sık dile getirdiği gibi, korkunç bir inanç, kültür ve can kıyımı yapıldı. Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak aylarca sürebilir. Avrupa toplumları bu İstiklal mahkemelerini de pek bilmez. Bu mahkemelerin sadece adı mahkeme idi. Önce asıp sonra usulden yargıladıkları çok olmuştur. Tabii ki bu mahkemelerin reisleri de çoğunlukla Sabetaycı ve gizli Ermeniler ile masonlardı. Türklerin en taktik hatası, Çanakkale savaşında, elde kalan son beyin takımını yani okumuş ve okumakta olan insanlarını cepheye sürmeleri idi. Oysa ben bu hususu da derinlemesine araştırdım ki Türklerin ekseriyetle tabi olduğu Hanefi mezhebinde seferberlik halinde kadınlar cepheye ilim sahibi insanlardan daha önce gönderilir, seferberlik halinde bile ilim sahipleri cepheye gönderilmezdi. Çünkü beyin takımı yok edilmiş bir millet, artık millet değil yığın olurdu. Hangi dinden ve siyasi görüşten olursa olsun dürüst ve medeni hiçbir insan, bu derece korkunç gerçekleri gizlemek hakkını kendinde göremez. Ben bu nedenle eserlerimde sık sık Türklerin yakın tarihe temas ettim ve etmeye de devam edeceğim.

İşte bu gün hala devam eden tuhaf kabullenişleri ve yasaklamaları anlamak isteyen herkes, Türklere son bir buçuk asırda uygulanan devlet politikalarına, eğitim müfredatlarına ve Türklerin bu süreç boyunca hep gizli Yahudiler ve Ermeniler tarafından idare edilmiş olduğu gerçeğine yönelmeliler ve bu açıdan bakmalılar.

Biliyor musunuz, Türklere devlet zoru ile 'milli şef' olarak kabul ettirilen gizli Ermeni İsmet İnönü, Türk milli eğitim sistemini 1947 yılında resmen imzaladığı Fullbright anlaşması ile ABD'ye teslim etti. O tarihten sonra Türk milli eğitim müfredatını Türkiye'deki Amerikan büyük elçisinin başkanlığındaki bir heyet belirledi. Bu durum hala da böyle... Yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin idaresi de gizli Yahudilere devir edildi. Halen TSK'da bir gizli İsrail odası var. Ya da izleyicilerimize yine çok sarsıcı gelecektir ama yeni T.C.'nin bir merkez bankası bile yoktur. Merkez bankası gibi gösterilen kurum da bir anonim şirkettir ve yüzde 40'ı Ankaralı bir Yahudiye, yüzde 15'i İngiliz Yahudilerine aittir. Yani Türkler son iki asırdır hiçbir zaman gerçekten bağımsız olmadılar. Onlara göstermelik bir bağımsızlık verildi. Bir bakın yakın tarihleri onlara nasıl yalanlarla öğretilmiş... Yunanı denize döktük derler dururlar ama Yunanın denize döküldüğüne dair dünya üzerinde tek bir kanıt, vesika, şahit yoktur. Hepsi yalandır. Yunan bile İngiliz+Sabetayist ittifakının planları gereği geri çekilmiştir.

Ben ödüllü bir tarihçi olarak laiklik söylemleri altında Müslüman Türklerin nasıl dinsizleştirildiğini ve devlet kademeleri ile devletin uygulamalarından İslami esasların nasıl bir anda kaldırıldığını, o gün bu gün Türklerin dinini yaşamaktan nasıl korkup geri çekildiğini, en temel haklarını bile savunamaz bir hale getirildiğini size binlerce kanıt ile anlatabilecek kişiyim. Ama bu, bir televizyon kanalındaki bir haber programında, çok kısa süreli bir canlı yayında anlatılabilecek bir şey değil.

Son yıllarda Türklerin arasından değerli kalemlerin bu gerçekleri yazıp anlatmak cesaretini sergilediğini de görüyorum. Türkiye’de özellikle soysal medya ve bloglar üzerinden yayınlanan gerçekten çok kaliteli, büyük emek ürünü ve tarihi kanıtlara, vesikalara dayanan içerikler var. Gerçek Türkiye’yi ve gerçek Türkiye’nin neden bu halde olduğunu öğrenmek isteyen Almanlar, bu yayınları incelemeliler.

Bana bu söz hakkını verdiğiniz ve Alman toplumunu doğru bilgilendirmeme aracılık ettiğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.”

*

××××××××

“ALMAN UZMAN, İÇİMİZDEKİ İSRAİL'E ÇOK BÜYÜK BİR DARBE VURDU.”

Türkiye uzmanı Alman Klaus Gunter'den çarpıcı değerlendirmeler.

Türk halkının yaşadığı toplumun doğasına karar verme, yaşadığı devletin mekanizmalarını belirleme hakkı var. Bunu yaparken Atatürkçü, laik, demokrat hatta cumhuriyetçi olmak zorunda değil. Halkın bu ideolojilere ve siyasi-dünyevi görüşlere zorlanması hukuki değil. Temel insan hak ve hürriyetlerine, fikir ve vicdan özgürlüğüne uygun değil.

Bir yasanın meclisten bir şekilde geçmiş olması ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış olması da o yasanın hukukun temellerine uygun olduğu anlamına gelmez. Gerçek hukukçuların onayından geçmek zorundadır. Kamal paşa, meclisten pek çok yasayı hukuksuz olarak geçirdi. Cumhuriyet rejiminde, Kamal paşadan sonraki süreçte de hukukun temel normları ile çatışan çok sayıda yasa çıkarıldı. Türkiye'de Anayasa'dan Türk Ceza Kanunu'na kadar her şey bir an evvel Türklerin bünyesine uyacak şekilde değiştirilmedikçe Türkler asla huzur bulamazlar. Kendi ülkelerinde esir gibi yaşamaya, sürekli bir baskı, huzursuzluk ve endişe içinde yaşamaya devam ederler. Biliyorsunuz, katledilen gazeteci Uğur Mumcu'nun çok yerinde bir tespiti vardı. "Türkiye vatandaşı kime denir?" diye sorup cevabını da şu şekilde verirdi: "Türkiye vatandaşı; İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir."

Türkler kendilerine, kendilerinden gözüken gizli Ermeniler ve Yahudilerin kurduğu korkunç tuzakların artık farkına varmalı. Türkler Müslümanlığını yaşarken bile içine Atatürkçülüğü, demokrasiyi ve laiklik ile cumhuriyeti bulaştırmak, dinini bu ideolojilerle sentezlemek zorunda değil.

Ben Türkiye uzmanıyım. Türkler ve Türkiye üzerinde uzmanlaşmak için harcadığım onca sene boyunca Türklerin tarihini, kültürünü ve dini olan İslam'ı da teferruatı ile inceledim. Bir Türkün hem Müslüman hem Atatürkçü, hem Müslüman hem de laik, hem Müslüman hem de demokrat olabilmesi mümkün değil. İslam dininin esasları belli. İslam dini, Müslümanların devlet yönetiminden, miras, harp ve alış veriş hukukuna... Sağlıklı yaşama kaidelerinden nasıl yemek yiyeceğine ve af edersiniz tuvalette nasıl taharetleneceğine kadar her şey hakkında hüküm vermiş ve hiçbir boşluk da bırakmamıştır. Gerçekten İslam'ı bir din olarak seçmiş bir Türkün başka hiçbir siyasi ve fikri ideolojiye ve akıma ihtiyacı da yoktur. Zaten İslam, yarım kabullenişleri ret eder. Yani İslam dini her şeyi ile bir bütün olarak kabullenip iman etmeyi emir eder. Hem Müslüman olayım ama hem de devlet hukukunu ya da miras hukukunu değiştireyim derseniz, sizi mürted sayar. Müslüman saymaz. Ya hep ya hiçtir.

Türk toplumu da dahil, son dönemde laikliğe, demokrasiye ve cumhuriyetçiliğe zorlanmış bütün toplumlar, dünya üzerinde bu görüşlerin ve ideolojilerin henüz iki asırlık bir geçmişi bile bulunmadığını, dünya tarihi boyunca bu ideolojileri ve görüşleri hiç hayal bile etmemiş, aklına bile getirmemiş çok sayıda toplumun ideal bir toplum olarak yaşadığı gerçeğini, bu akımların İngiliz gizli servislerinin tezgahlarında üretilip aydın kimliğine büründürülmüş casuslar sayesinde halklara empoze edildiğini bilmelidir.

Türkler kendilerine aydın, alim ve mütefekkir olarak sunulan İngiliz casuslarını artık bilmelidir. Ali Suavi'yi, Said-i Nursi'yi gerçek yüzleri ile tanımalıdır. Mason ve İngiliz casusu Cemaleddin Afgani'nin Arap Müslümanlara kurduğu tuzakların aynısını Türkiye'de Müslüman Türklere kurmaya çalışan ve Türk aydını gibi görünen gizli Yahudi ve Ermenileri, çok gecikmeli de olsa deşifre etmelidir. Bakın Almanya'da, İngiltere'de ve Fransa'da Ali Suavi, Cemaleddin Afgani ve diğerleri hakkında çok özgün çalışmalar yapıldı. Türklere son zamanlarda kurulan gizli Yahudi ve gizli Ermeni tuzakları hakkında, Avusturya'dan Ewald Stadler'in, İngiltere'den Arnold Toynbe'nin çok özgün ve sarsıcı değerlendirmeleri var. Stadler Avrupa Parlamento'su üyesi de olan çok ciddi bir araştırmacı ve politikacıdır. Toynbe gibi tarihçiyi ve bu tarihçinin Türkiye yakın tarihine dair değerlendirmelerini bilmemek Türkler için çok büyük bir kayıptır. Günümüz Türkiye'sinde yaşayan Türkler bu araştırmalarda ve eserlerde kanıtlanan sarsıcı gerçekleri duyunca inanmak istemeyecekler ve "Bu kadar mı organize, bu kadar mı gizli, bu kadar mı taktik oynamışlar" diyeceklerdir.

Daha feci olanı da, halkların, bu İngiliz ve Yahudi casusların topluma dikte ettiği siyasi ve fikri ideolojileri kabullenmek ve başka hiçbir şeyi tercih etmemek gerektiğine ikna edilmiş olmasıdır. Çağdaş ve medeni bir insan olarak mutlaka Atatürkçü, laik, demokrat ve cumhuriyetçi olmak zorundalarmış gibi bir algının Türkiye'de, iki asırlık casusluk faaliyeti, baskı ve devlet terörünün ardından genele yayıldığını görmek mümkündür. Sadece şuraya kadar birkaç cümle ile özetlediğim gerçekleri, inanın bana genişçe izah etmek isterim ve bundan çok büyük keyif alırım. Lakin bunları anlatmak aylarca sürer. Cilt cilt eserler tutar.

Ben Katolik Hristiyan bir Alman olarak üzülerek söylüyorum ki Türklerin hali aldatılmış Almanlardan da beter. Almanya'da da aynı güç odakları fikri, siyasi, hukuki, ticari ve ahlaki sahada çok tuzaklar kurdular ama Alman halkı arasında bu İngiliz+Siyonist+gizli Yahudi hileleri o derece başarılı olmadı. Günümüz Türkiye'sinde bu gerçeklerin farkında olan insan sayısını geçin, bu gerçeklerin farkında olup bunu milletine anlatabilecek aydın insan sayısına bakıyorum ve hiç kimseyi göremiyorum. Hala Türk basını denilen basın, bu sefer CIA ve MOSSAD ile işbirliği içindeki gizli Yahudi ve Ermenilerin tekelinde...

| Klaus Gunter

Çeviri: Birgül Yayman Erdener

Alman, Rus ve İtalyan medyasından dikkat çekici haberleri, yine Alman, Rus ve İtalyan edebiyatının önde gelen eserlerinden çevirileri paylaşmaya devam edeceğim. Bu emeklerimin daha çok vatandaşımıza ulaşması için lütfen paylaşalım ve destek olalım arkadaşlar! Çeviriler için önerilerinizi de bekliyorum.

birgulyaymanerdener@gmail.com

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1028402177222626&set=a.408453009217549.97313.100001585612381&type=3


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ABD’nin Bitmeyen Oyunu

Çin'de Virüs bitti mi?

Melhâme-î Kübrâ, Yeni Dünya Düzeni Savaşı