Korona Virüs Ne Kaybettirdi, Ne Kazandırdı
Korona
Virüs Ne Kaybettirdi, Ne Kazandırdı
Türkiye olarak, p(l)andemi sürecinde bir yılı
doldurmak üzereyiz.
Uydurulmuş, üretilmiş, biyolojik silah olarak
imâl edilmiş, insanları ve nüfus sayılarına kontrol altında tutmaya adanmış bir
çalışmanın ürünü korona virüs ile adetâ imtihana tabî tutulduk.
Ne oluyor, nasıl olacak, neden, niçin derken,
değişken, kalıplaşmış bir hayatın dışında, yaşam ile imtihân olundu, toplumumuz
ve neredeyse tüm dünya.
Hayat Eve Sığar (HES) formülü ile insanlar
sanki evlerine hapsedildi. Bugüne kadar süre gelen toplumsal ve zorunlu ev
hapsi bizlerden neler götürdü, neler kazandırdı diye baktığımızda, artıların
olduğu gibi eksilerin de varlığını görebiliyoruz.
Kayıplar, yani eksiler açısından
baktığımızda, en çok zarar edilen kısım, ticarî ve ekonomik olduğunu
görebiliyoruz. İşyerleri kapandı, çarklar yavaşladı, işsizlik dolaylı ve direkt
olarak artış gösterdi, p(l)andemi bâhânesine sığınıp, çıkarcılık peşinde
koşanlar olduğunu müşâhâde edebiliyoruz.
Çalışırken, “ah bir yıllık iznim dolsa, hafta
sonu tatili olsa, şöyle yaparım, böyle dinlenirim” diyenler, neredeyse bir
yıldır, son aylarda da, kesintisiz, hafta sonu tatil gibi evlerinde istirâhât
ediyorlar. Görünen o ki, tatil, dinlenme hâyalleri kuranların çoğunun gerçekçi
değil hâyalperest oldukları gözlemlendi.
HES’in
Oluşturduğu Boşluk
HES sürecinde, kendine meşguliyet arayanların
büyük bir ekseriyâtının, özellikle sosyal mecrâlarda dolaştığını ve bu nedenle
de, yalan, yanlış, yanlı, kaotik, olumsuz, huzursuz haber(!) akışı içine
düştüğünü müşâhâde edebiliyoruz. Çünkü bu duyguların karşı yansımalarını,
kişilerin kendi sosyal paylaşımlarında çok rahatça görebiliyoruz. Algı ve
manipülasyon tuzağına çekilerek, operasyonun bir elemânı olarak kullanılmaya
başladığını kendi paylaşımları ele vermektedir.
Bu olumsuzluklara düşenler, sadece sosyal
Mediâ paylaşımları ile deşarj mı olmuş oluyorlar, elbette ki hayır! Zaman zaman
görüldü ki, olumsuzluğun yansımaları olarak, ev içi huzursuzluklara,
anlaşmazlıklara sebebiyet vermiştir.
Nedeni ne diye baktığımızda, altında yatan
bambaşka bir gerçek ortaya çıkabiliyor. O da şudur; yukarıda da ârz ettiğimiz
gibi, özellikle olumsuz haberleri çok daha fazla pompalayarak, toplumdaki korku
ve endişenin arttırılmasını kendine görev edinmiş, etkileşim ajanslarının bu
p(l)andemi sürecini, kendileri açısından iyi değerlendirerek, manipüle ederek, sosyal
Mediâ üzerinden, büyük etki sahibi olan bu kişiler, genellikle çok sansasyonel
paylaşımlar yaparak, toplumsal korkuları körüklemeyi kendilerine vâzife
edinmişlerdir. Bu oluşumlar, her gün yeni yeni senaryolar, komplo teorileri,
dijital felâketler ile toplumun karşısına çıkıyorlar. İşte HES sürecinde
bunlara inânan, kulak verenlerin, geri paylaşımları ile ortaya çıkıyor ki, olumsuz
bir kısır döngüye girmekteler.
Topluma, görsel ve yazılı basına
baktığımızda; gerçek olanlarla algıda yaşananlar arasındaki makas çok fenâ
açılmış durumdadır. Bu da toplumdaki gerginliği, sinir hârbini zirveye
taşımaktadır. Manipülasyoncular, Amaçladıklarına ulaşmış gözüküyorlar.
Dinginleşemedik
Özellikle biz toplum olarak, Müslümân bir
çoğunluğu olan ülkede yaşıyoruz ve olumsuzluklara karşı var olan pânzehirimizi
kullanmıyoruz.
Fıtrâtımızın gereği olan Îmân gücünü
yükseltmiş olsak, mânevî mizâcımızı bedenimizin her zerresine, vücudumuzun tüm
hücrelerine enjekte etsek gâlip gelmeye başlayacağız. Peygamberler dahi, çokta
hûzûrlu günler yaşamamış iken, biz insanoğlu nasıl oluyor da, dünya hayatımızın
her ânının refâh içinde olmasını tâlep edebiliyoruz.
Kur’ân’ın ilk Âyeti “OKU” olmasına ve dahi “Sırâtel
Mûstâgîm” üzre olmayı emretmesine rağmen, bizle “ûnzûrna” ya tâlîp olmayı yeğleyerek kendi kendimize zehir olmaya
başlıyoruz. Gâflet ve dâlâlet içinde oluşumuz, kendi tarihimizden bî hâber
olmamıza zemin oluştururken, manipülasyon ve kaosçuların ekmeklerine yağ sürüş
olarak ayrı bir insanlık suçu işlemekte olduğumuzdan da bî hâber oluyoruz.
“Yiyeceğin
kadar al, aldığını ye. Yiyiniz, içiniz fâkât isrâf etmeyiniz. Gâflette olmayınız!”
ikâzlarına
uysak, daha az manipülasyonlara mârûz kalmış oluruz. Dolayısıyla da, daha çok
okuyup yazmaya, sohbet etmeye imkân tanımış oluruz. Dînî İslâm bize
Dinginleşmenin tüm formüllerini bildirmiş olmasına rağmen bizler tam tersiniz
yapmaya daha çok efor sârfediyoruz. Ne diyor Allah (cc) (Râ’d, 28)’de; “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla
hûzûr bulur.” Dinginleşmek nedir mi? Sakinleşmek, iç hûzûru yakalayabilme
dolayısıyla da bunu tüm toplum katmanlarına tâtbîk etmektir.
Yeniden
Müslümân Olmak
Geliniz, İslâm ümmeti olan bizler, yeniden
Îmân etmeye gayret gösterelim, şu mel’ânet p(l)andemi sürecinin şerrini hâyra
tebdil eylemiş olalım İnşâallah!
Nisâ Sûresî, 136. Âyet-î Celile’de; “Ey Îmân edenler! Allah’a, Peygamberine
indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba îmân edin …” buyuruyor.
(Abdullah–Ahmet Akgül bu Âyeti; “Ey İman
Edenler! (Görünüşte değil gerçekten) İman
edin; ALLAH’a, (her şeyin
Rabbi, sahibi, yegâne hâkimi ve kuluna kâfi; -her konuda yeterli, kefil ve
vekil- olduğuna;) RESULÜ’ne, (Hz. Peygamberin en güzel örnek-model, en mükemmel rehber ve Sünnetinin
hayat sistemi ve huzur prensipleri olduğuna;) Resulüne indirdiği
KİTABI’na, (Kur’an’ın,
ekonomiden siyasete, dış ilişkilerden sosyal adalete, bütün temel hüküm ve
haberlerinin Hakk ve hayırlı olduğuna, bu İlahi kanunlara aykırı bütün kurum,
kural ve oluşumların şaşkınlık ve şeytanlık sayıldığına, İlahi hükümleri
bırakıp, bâtıla tâbi ve taraf olanların inkâra ve tuğyana saptığına) ve
daha önce indirdiği Kitap(ların
aslına ve esaslarına) iman edin (ve amelinizle-tarafgirliğinizle bunu ispatlayıp gösterin) .
Kim Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Elçilerini ve Ahiret Gününü inkâr
ederse, şüphesiz o uzak ve derin bir sapkınlıkla sapıtmıştır.”) diye izâhâtlandırıyor.
Suyumuzu içerken, üzerine şifâ âyetleri
okuyup içiyor muyuz?
Evlerimizde, işyerlerimizde, günlük olarak
Kur'ân okuyor muyuz?
Mevlâmız ile aramıza başka şeyleri vesile
kılmaktan vazgeçiyor muyuz ve aramızdaki açıklığı kapatmaya uğraşıyor muyuz?
Duâ Mü’ninin silâhı ve şifâsı olduğunu
unuttuğumuzu hatırlıyor muyuz?
Dertlerimizi, başımıza kalkacak, bizden
usanacaklara anlattığımız kadar, Râbbîmize dertlenmeyi unuttuğumuzu, Mevlâmıza
dertlendiğimizde O’nun bizi daha da seveceğini hatırlayacak mıyız?
Hâşâ, hatasız kulmuşuz gibi, istiğfâr
etmeyişimizi, Râbbûlâlemin olan Allah’a Tevbemizi azalttığımıza
pişmanlık/nedâmet duyacak mıyız?
Eskiden olduğu gibi, mevlitlerde, Câmîlerde,
evlerimizde, duâlar ederken, sâlavâtı şerifeler okurken, Besmele’yi büyük bir
iştiyâk ile çekerken, Râbbîmiz kâbûl buyursun diye semâya açtığımız avuçlarımızı,
şifâ niyetiyle, vücutlarımıza sıvazlayıp, mesh ettiğimiz günlerimizi hatırlayıp
yeniden aynı şekilde davranmaya ve çocuklarımıza da öğretmeye başlayacak mıyız?
Buyurun size/bize antibiyotik, antidepresan
reçete. Kendi nefsiniz ve kendi nefesinizle,
doğal olan şifâlı ve doğal, hem de hiç ama hiçbir yan etkisi ve komplikasyonu olmayan
canlı, cap canlı hücreli reçete.
Evet, dinginliğimiz, kardeşliğimizi,
birliğimizi, dirlik ve düzenimizi yeniden tesis etmek ve edebilmek için, o
yüksek dozlu ve tesirli, kaybettiğimiz, mâ’nevî hûzûrumuzu yine ve yeniden
tesis edelim. Edelim ki, kendi rûh ve
beden sağlığımızla beraber, çevremizin ve toplumumuzun da sağlığını, düzenini
tesis etmeye başlayalım, İnşâAllah!
Sözün Sâhibinden;
“Ey îmân edenler! Sâbr ve nâmâzla yardım
dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bâkârâ Sûresî, 153. Âyet-î Celile)
(Büyüksaat Gazetesi için, 31 Ocak 2021 günü yazım)
Yorumlar
Yorum Gönder